Çarşamba, Temmuz 20, 2022

TOPRAĞA BASINCA / ALMUS GÖLÜ'NDEN BİR ÖYKÜ - ANI

Üç kişiydik.
Daha doğrusu, üç çocuk.
Kendimden biliyorum. İnce kemikli, çelimsiz, hani "kaburgaları sayılıyor" diye de tarif edilen bir çocuğum işte.
Hafızamı zorluyorum hatırlamak için, muhtemelen 10 - 11 yaşlarında olmalıyım. 70' li yıllar henüz başlamamış. 70' lerin başı, ortaokula başladığım yıl olduğu için demek ki tahmin ettiğim yaştayım.
Diğerleri de öyle olmalı. Onlar da çocuk elbette. Aynı yaştayız sanırım.
O kadar çok zaman geçmiş ki üzerinden, kim olduklarını, isimlerini filan hatırlamam mümkün değil elbette.
Ama o iki çocuktan birinin o sırada Almus' ta misafir olduğunu çok net hatırlıyorum.
Almus Kaymakamı'nın akrabası olarak ailesi ile birlikte Almus'ta misafir olarak bulunuyordu.
Bakın şimdi ! Kaymakam dedim de .. Tam bu satırları yazarken, Talip Apaydın'ın "Toprağa Basınca" isimli romanı aklıma geliverdi.
"Kendisi küçük yaşta iken annesi ölmüş Erdal, ablası İnci ve babası ile birlikte büyük bir şehirde yaşamaktadır. Yıllar içerisinde ablası İnci öğretmen olup Anadolu' da uzak bir köye atanınca, o sırada ilkokul son sınıf öğrencisi olan Erdal da ablasıyla birlikte gider o köye. Orada geçirdikleri zaman içerisinde köy hayatına alışırlar, köy yaşamının ve kültürünün içerisinde acı tatlı bir çok anı biriktirirler. Erdal'ın tabi ki birçok arkadaşı olmuştur. Yıllar geçer ve küçük Erdal bir ilçeye kaymakam olur." Romanda Erdal'ın ağzından bunlar anlatılır. Çok yıllar önce okuduğum bu romanın benim için en duygusal tarafı, kendisini Erdal yerine Ardal diye çağıran köy çocuklarından birinin hediye ettiği ve yıllarca hatıra olarak sakladığı yuvarlak cep aynasını Ankara Gençlik Parkı'nda havuza düşürmesi ve kaybetmesidir Kaymakam Erdal Sezer'in.
Her neyse..! Konuyu dağıttım sanırım. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim; bürokrat, devlet adamı karakterli kaymakamlar gelip geçti çocukluğumdan ve Almus'tan. Ünver Ünal ve Ömer Erdal Tüzün hatırladıklarım.. Şimdiki gibi sudan bahanelerle öğretmen azarlayan aşağılayan, kibir abidesi kaymakamlar değil (genelleme yapmıyorum, ülkemin saygın kaymakamlarını bu düşüncelerimden ayrı tutuyorum), öğretmenlere büyük saygı gösteren ve hatta kendileri de öğretmenlik yapan kaymakamlar vardı çocukluğumda. Ömer Erdal Tüzün, ortaokulda Fransızca dersimize gelirdi. Bu yazıyı okuyacak olanlar arasında öğrencileri vardır eminim. "Parlez-vous Français (Fransızca konuşuyor musunuz) ?" demeyi ve "Au clair de la lune, mon ami Pierrot (arkadaşım Pierrot ile ay ışığında)" diye şarkı söylemeyi onunla öğrendik ilkin.. İkisinin de sağ olduğunu biliyorum. Sağlık ve huzur içerisinde yaşasınlar..
Bir de, Toprağa Basınca'yı bulup okumalı yeniden. Mümkünse o yılların baskısı olmalı.
Konuyu dağıtmayayım dedim ama uzatıp duruyorum, farkındayım.
Şimdi devam edebiliriz;
Sanırım bir yaz günü ve biz üç çocuk, Almus Gölü'nün kenarında ve büyük ihtimalle Sıra Kayalar denilen mevkideyiz.
O sırada göl de, göl hani !
En muhteşem zamanlarını yaşıyor; berrak, tertemiz, mavi yeşil turkuaz renkler birbirine karışmış, her yerde sular dolup taşıyor. Almus'un boynuna takılmış çok değerli bir mücevher gibi gündüzleyin pırlanta, geceleri ise yakamoz olup ışıldıyor.
İşte o gölün kenarında biz üç çocuğuz. Belki başkaları da var ama hatırlamıyorum.
Suya girmek için üçümüz de soyunmuşuz. Mayo yerine iç çamaşırlarımız var üzerimizde.
Belli ki gölde yüzmek için oradayız. Bu kimin önerisi, nereden aklımıza gelmiş gölde yüzmek, ben yüzme biliyor muyum, ya diğerleri onlar biliyor mu, bütün bu soruların cevabı bilinmiyor elbette.
Gerçi düşündükçe, o sırada yarım yamalak yüzme bildiğime inanıyorum, ya da öyle sanıyorum.
Nedense, kaymakamın misafiri çocuk ve diğeri beni aralarına almışlar.
Yan yana yüzeceğiz ve ben ortada olacağım.
Belki de iyi yüzemediğim için beni araya alıyorlar.
Neyse, üç çocuk aynı anda suya girip, su bel hizamıza geldiğinde yüzmek için ileriye doğru atılıyoruz.
Hepi topu yüzeceğimiz mesafe 25 - 30 metre kadar. Toprağın göle doğru çıkıntıları bir körfez oluşturmuş ve biz o körfezin bir ucundan diğerine kadar yüzeceğiz.
Evet yüzmek için suya atıldık, gölün tatlı suyuyla kucaklaştık ve çok hızlı, biraz da panik halindeki kulaçlarla karşıya yüzmeye başladık.
Her şey yolunda, üçümüz de yüzerken konuşamıyoruz ama başardığımız için mutluyuz.
Derken, tam da yolun ortasında, farkında olmadan solumdan bana fazlaca yaklaşmış olan kaymakamın akrabasının dirseği başıma çarpıyor.
Ve ben dengemi kaybedip, yüzmeyi bırakıyorum, artık yüzemiyorum.
Bir anda suya batıyorum. Ama su yutmuyorum. Çırpınıp su yüzüne çıkıyorum. Sonra tekrar batıyorum. Bu arada bir el, beni belimden tutup çekmeye çalışıyor. Kaymakamın akrabası çocuk bu. Neler olduğunun farkında ve bana yardım etmeye çalışıyor. Ama bir yararı yok. Batıp çıkmaya devam ediyorum.
İşin tuhaf tarafı, bu sırada hiçbir korku hissetmiyorum, biraz sonra ölebileceğim ihtimali aklıma bile gelmiyor. Hiçbir şey düşünmüyorum.
Kaç defa battım suyun içine, kaç defa yüzüne çıktım, bunları hiç hatırlayamadım zaten. Ancak, son kez batışımı çok iyi hatırlıyorum; nedense su yutmuyorum. Ya da yutmadığımı sanıyorum. Filmlerde siz de görmüşsünüzdür. Boğulmakta olan bir kişinin kendisini yutmakta olan suya teslim olma anı vardır. Suyun dibine doğru, hareketsiz, çoğu zaman yüzünde gülümseme benzeri bir ifadeyle batar kişi. İşte tam da öyleyim. Suyun içindeki uğultu, suyun sesi ne kadar da hoş bir melodi tınısında. Gözlerim kapalı ama suyun bütün renklerini hissediyorum. Su, dostça kucaklıyor, sarıyor her yanımı. Suyun tadını bile hissediyorum bu sırada. Hiç korkutmuyor, hiç.. Dibe doğru gidiyorum. Ne olduğu hakkında bir fikrim yok, batıyorum.
Ve derken ayaklarım, Almus Gölü'nün altında kalmış uçsuz bucaksız tarlalardan birine değiyor. Toprağa basıyorum.. Ve refleks olarak yukarı doğru çıkış. Nedense artık batmıyorum. Çünkü yürüyebiliyorum..
Gölün kenarında, kırmızı çamurlu toprakta bir süre üçümüz de yatıyoruz. Hayatla ölüm arasındaki ince çizgide gidiş gelişimin şokunu böylece atlatmaya çalışıyoruz..
Çok yıllar sonra İstanbul Üniversitesi'nde hukuk okurken, adli tıp derslerinde rahmetli hocam Şemsi Gök'ten öğrenecektim, "suda boğularak ölmenin" en kolay ve acısız ölümlerden biri olduğunu. Suda boğulmanın üç evresi vardı ve son evrede insanın hissettiği bilinç kaybı ve belki bir mutluluk hissi idi.
İşte böyle, çok yıllar öncesinde yaşanmış ve pek de sözü edilmemiş bir anıyı sizinle paylaşmış oldum.
Almuslu, rahmetli annemin öğrencisi Emrah Şam kardeşim, birkaç gün önce "Almus Gölü'nde, Sıra Kayalar Mevkii'nde ne kadar da çok çimdiklerini" facebook paylaşımında anlatınca, ben de bu anımı sizinle paylaşmak istedim.
Sonrasında; her türlü suda yüzdüm, çok iyi yüzdüm, bu olay hiç aklıma gelmedi.
Sözün kısası; yüzmeyi sevdim, hep sevdim ..
Çocukluğumu, Almus'u ve Almus Gölü'nü de çok sevdim elbette.. !
( Ekim / 2021, İzmit )  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SEN YAŞTAYIM

İNSANIN MAVİSİ

  Bu sabah deniz, kendimin "Di'li geçmiş zaman"ı. Bir vakit bendeki mavinin solmamış hali. Çocukça güldüren, aşkça ürperten, b...