Salı, Temmuz 19, 2022

 SIHHİYE M..... AMCA'NIN KERPETENİ

Annemin yanında, uysal ve küçük adımlarla yürüyordum. Adımlarımın küçüklüğünün nedeni, pasif bir direnişti belki. Ya da biraz sonra olacak kötü şeyleri kendimce geciktirme çabasıydı.
Aslında tam bir teslimiyet içindeydim. Başına gelecek şeyleri anlamaya çalışan kurbanlık koyun gibiydim benzetme yerindeyse eğer. Ama bir dakika ! Henüz on iki yaşımın içinde olduğumu göz önüne alırsak, kurbanlık kuzu demek daha doğru olacak sanki.
Nefis bir bahar günüydü. Yukarıda bol güneşli, masmavi bir gökyüzü.. Aşağıda çoşkulu bir baharla kabarmış toprak, börtü böcek, renkler, kokular.. Yeşil, taze ve baygın bir mevsim..
Sabah saatlerinde tertemiz baharı soluyarak, ortaokulu geçip Bent Başı'na doğru yürüyoruz annemle. Bent Başı dedim ama umarım doğrusu budur. Çünkü oraya çocukluğumuzda "Pet Başı" derdik biz.
Kısa bir mesafe aslında. İnsanı hiç yormayan, keyifli bir yokuşu çıkınca varacağız, varmayı hiç istemediğim yere. Yolun iki yanında, pembe beyaz çiçekli bahçeler.. Küçük mutlu kuşlar, iliklerine kadar neşeli bir dünya..
Mutlu olmak için bunca sebep varken, son derece gerginim ve hatta korku içindeyim.
1970 yılının bu güzel bahar gününde, ortaokul birinci sınıf öğrencisiydim. Ceketle, kumaş pantolonla ve kravatla tanıştığım zamanlar. Hatta başımda ay yıldız kokartlı ortaokul şapkası bile var. Beyaz yakalıklı siyah ilkokul önlüğünden sonra, sınıf atlamışım sanki, adam olmuşum gibi hissettiren..
İşte geldik ! Yokuşun başında, yolun sağında ve mezarlığın karşısında, ağaçlar içinde küçük bir bina. Sarı beyaz renkli olabilir. Papatya gibi.. Ama o an, aşk ruletinin silahı papatyayı filan düşünecek durumda değilim. İnsanların, "seviyor, sevmiyor" diyerek zavallı papatyacıkların kanatlarını zalimce yolmaları o sırada beni hiç ilgilendirmiyor. Hatta, ben de birinin yapraklarını koparmaya başlasam ve son yaprak "seviyor" olsa, yine mutlu olmayacağım. Biraz sonra canımın acıyacağını biliyorum ve korkuyorum işte !
Çocuk şarkısı var ya; "sakın beni sokma arıııı ... canım yanar ağlarııımmmm.." diye. Bir koloni arı sokması çok hafif kalır, biraz sonra yaşayacağım acının yanında.. Sokakta düştüğümde dizimin açılıp kanaması da, oynarken ayağımın burkulup şişmesi de öyle..
Ve başlıyor işte..! Almus Sağlık Ocağı'nın önündeyiz. Umarım doğru hatırlıyorumdur. O tarihte hastane değildi sanırım. Küçük bir sağlık kuruluşu işte.
O küçük adam, kısacık boyu ve her zaman üzerinde gördüğüm kahverengi takım elbisesi ile karşımda duruyor. Ceketinin ne kadar da çok düğmesi varmış öyle. Neredeyse boğazına kadar ilikleniyordu ceket ve yakaları küçücüktü. Beyaz gömleği ve ip gibi ince bağlanmış kravatıyla, hep elinde taşıdığı siyah şişman çantasıyla ve de başından hiç eksik etmediği fötr şapkasıyla Sıhhiye M..... Amca, kalın çerçeveli koyu gözlüklerinin arkasından bana bakıyor.
Sen ne karizmatik bir adamdın Sıhhiye M..... Amca ! Küçücük vücudunla, o dirayetli ve otoriter kişiliğinle ne çok hizmet ettin mesleğine kim bilir, ne kadar da değerli emeğin vardır herkeste..
Neyse, infaz saatinin artık çok yakın olduğunun farkındayım. Rengim; sarı mı, beyaz mı, yoksa kül gibi mi, bilmiyorum. Öyle ya, krala isyan etmekle suçlanan ve biraz sonra giyotinle idam edilecek bir Fransız Şövalyesi gibi infazı seyredenlere gülümseyecek halim yok benim, değil mi..!
Nasıl oldu bilmem. Ağzımı kim açtı, nasıl açtı, ben mi açtım hatırlamıyorum. Sımsıkı kapamıştım oysa. Ağzımın içinde soğuk bir alet var şimdi.. İnfaz aracı yani. Çelik bir kerpeten.. Arka tarafta bir yerlerde bir dişimi sımsıkı kavramış, bulunduğu yerden sökmeye çalışıyor.
Durun şöyle anlatayım, daha kolay olacak. Sıhhiye M..... Amca'nın elinde kerpeten, kerpetenin ucunda çırpınmakta olan ben varım.
O, ben ve işkence aracı kerpeten bu operasyonun sac ayağını oluşturuyoruz. Bu sırada ayakta mıyım, yerde miyim, yatıyor muyum bilmem.. Annem nerede, yanımda başka kimse var mı ? Yetişin ! Sıhhiye M..... Amca beni boğazlamış, böğürte böğürte dişimi çekiyor..!!
Ne kadar zaman geçti bilmem, zafer Sıhhiye M..... Amca'nın oldu.. Kerpetenin ucundaki diş - ki günlerce korkunç ağrılar içinde beni kıvrandırmıştı - bunun tartışmasız kanıtıydı.
Yarım asrı aşkın bir süre önce, ilk kez bir dişimin çekilme öyküsüdür işte benimkisi. Düşünün, o dönemler diş çekiminde hiçbir anestezik madde kullanılmıyor. Uyuşturulmadan, çeliğin gücüyle yapılıyor bu iş. Hala hatırlarım o acıyı..
Günümüzde tıp teknolojisi gelişti elbette. Şimdi diş bakım ve tedavilerimizi en gelişmiş tıbbi cihazlarla ve güle oynaya yaptırıyoruz.
Bu arada, bir başka acı daha var ki, o da hiç yabana atılacak gibi değil. Erkek çocuklarına yapılan operasyon bu. Onu da bana Sıhhiye M..... Amca mı yaptı bilemiyorum. Yazıya başlamadan önce araştırdım, ama kesin olarak öğrenemedim. Çok küçükmüşüm. Beş ya da altı yaşında olmalıyım. Tabi ki, bölük pörçük bir şeyler hatırlıyorum. Acıyı da hatırlıyorum, ama o kadar derin değil.
Belleğimde birkaç kare kalmış o günden; başımda rengarenk yıldızlı şapkam ve uzun beyaz entarimle Cipci A..... Amca'nın jipinin ön kaputunun üzerinde oturmuş halim, kahverengi kayışlı bir kol saati - markası "Nacar" olmalı - insan kalabalığı ve tereyağlı pirinç pilavının acıktıran kokusu..
O günün fotoğrafları da çekilmiş elbette. Ama bendeki talihsizliğe bakın ki, filmler yanmış, çıkmamış fotoğraflar. O zamanların sınırlı teknolojisinin kötü bir oyunu bu bana. Ve ben bu yüzden sadece hatırladıklarımla yetiniyorum..
Şimdi, diş hekimime her gidişimde, o zamanki imkansızlıklar içinde becerikli elleriyle beni iyileştiren Sıhhiye M..... Amca'yı, yaşadığım büyük acı nedeniyle çocuk feryatlarımı duymamak için oradan kaçtığını sonradan öğrendiğim annemi sevgiyle hatırlarım.
Kaybettiklerimizin ruhları şad olsun.
Siz de dişlerinize çok iyi bakın olur mu ..!
( Temmuz / 2022, İzmit )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SEN YAŞTAYIM

İNSANIN MAVİSİ

  Bu sabah deniz, kendimin "Di'li geçmiş zaman"ı. Bir vakit bendeki mavinin solmamış hali. Çocukça güldüren, aşkça ürperten, b...