Çarşamba, Temmuz 20, 2022

AFFET BİZİ (R...) ANNE !

Takvimlerin 1984 yılı Temmuz ayını gösterdiği güzel bir yaz günü başlar, şimdi küçük bir kesitinden söz edeceğim yolculuğum.

Üniversite yıllarından sonra doğduğum topraklarda Tokat Hakim Adayı olarak başladı meslek yaşamım.
Sonrasında Cumhuriyet Savcısı ve Cumhuriyet Başsavcısı olarak ülkemin çeşitli il ve ilçelerinde geçirdiğim uzun görev yılları.
(26) yaşında genç bir insan olarak başladığım meslekten tam (28) yıl sonra emekli olarak ayrılışım. Emeklilik denmez belki buna. Kulvar değiştirme demek daha doğru olacak sanırım.
Emekli olduktan birkaç ay sonra adalete avukat olarak hizmet etmeye devam etmek. Hem de hiç doymadan, doymayı hiç düşünmeden..
İlk günden bu yana geçmiş olan on yıllardan sonra dönüp bakıyorum da geriye; adalete hizmet etmek aşkla bağlı olduğum bir yaşam biçimi olmuş benim için. Onsuz bir yaşam; kalbime kan akışının kesilmesi, hücrelerimin oksijensiz kalması gibi.. Adliye koridorlarının tozlu havası derimin altına sinmiş hiç çıkmazcasına.. Ve sözüm sözdür kendime; bir gün bu aşkım beni bırakıncaya kadar el ele olacağız onunla..
Dolu dolu yaşanılan onlarca yıldan öylesine anılar kaldı ki geriye, bazen kendime "hadi yaz hepsini, daha geç olmadan yaz, onlar sadece sana ait değil ki" derim. Adliyeleri, cezaevlerini, olayları, davaları, insanı, yaşamın kendisini, hepsini yazmak isterim de bir türlü başlayamam nedense. Umarım bir gün kalemim yazmaya başlar, belki de o günü bekliyorum ben.
Her neyse, asıl anlatmak istediğime geleyim. Bunca yıllık meslek yaşamımda beni üzen ve çaresizliği yaşatan sayısız olay da oldu hiç kuşkusuz. Bunlardan sonuncusunun acısı henüz çok taze. Ve bunu siz dostlarımla paylaşmak belki bana iyi gelecek kim bilir..
O zaman hadi başlayalım (R...) Anne'nin içimi acıtan öyküsüne ..
18 Mart Perşembe günü il dışından arayan bir dostum, "bir yakınının yıllar önce verilmiş bir mahkumiyet kararı nedeniyle cezaevine konulduğunu" söyleyerek, yardım istedi. (85) yaşında ve ciddi kalp hastalığı olan (R...) Anne'den söz ediyordu dostum.
Kısa süre önce kalp krizi geçiren (R...) Anne İzmit'teki özel bir hastaneye kaldırılmış, yatarak tedavi görmüş ve kalp damarlarına iki adet stent takılmıştı. Yaşı nedeniyle de daha ileri tedavi için durumu izlemeye alınmıştı.
İşte tam bu sırada, yıllar önceki mahkumiyeti nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkartılmış olduğundan, polis hastaneye gelip kendisini almış ve (R...) Anne savcılık tarafından cezasını çekmesi için bir ilçe cezaevine yollanmıştı.
İçimde kötü bir hisle sabahı zor edip, erken saatlerde o ilçeye hareket ettim. İlk durağım ilçe adliyesi idi. Savcılık yetkilileri ile görüşüp, (R...) Anne'nin ilçe cezaevinde olduğunu öğrendim. Durumun farkındaydılar. Onun ileri yaşını ve hayatını tehdit eden rahatsızlığını biliyorlardı. Hatta devlet hastanesinden rapor alınmıştı. Raporda; "(R...) Anne'nin bakıma muhtaç olduğu, bundan dolayı cezasının infazının hayati tehlike oluşturabileceği, cezaevi koşullarında hayatını yalnız devam ettiremeyeceği" vurgulanarak, nihai kararın adli tıp kurumu tarafından verilmesi öneriliyordu.
Bunun üzerine adliyeden cezaevine geçtim. Önce cezaevi yetkilileri ile görüşüp, (R...) Anne'nin infaz dosyasını inceledim. Yetkililerle birlikte yaptığımız hesaba göre onun 20 gün sonra açık cezaevine ayrılması gerektiğini, covid-19 salgını nedeniyle açık cezaevleri kapatılmış olduğundan izinli olarak evine gidebileceği hususunda mutabık kaldık.
Bütün bunlardan sonra da (R...) Anne ile görüşmek istedim. Uzun süren bir bekleyişten sonra onunla görüş için ayrılan yerde buluştuk. Kendisini bir kadın infaz koruma memuru tekerlekli sandalye ile getirmişti. Bulunduğumuz yer bir koridor olup, boydan boya kalın bir cam perde ile bölünmüştü ve bir tarafında ben, diğer tarafında da onlar bulunuyordu.
Tekerlekli sandalyesinde (R...) Anne oldukça bitkin gözüküyordu. Hatta biraz şaşkın, ürkek ve neler olduğunu anlamaya çalışır bir hali vardı. (8) gündür cezaevinde idi ve kendisi ile ilk görüşen kişi bendim. Bu arada hafifçe titrediğini ve düzensiz nefes aldığını da fark ettim.
Yüzümdeki maske ve aramızdaki cam bloku aşarak (R...) Anne'ye seslenip, beni gönderen dostumun ve kocasının ismini söyledim. Ancak beni duymakta zorluk çektiği için infaz koruma memurundan yardım istedim. Benim söylediklerimi memur ona tekrar etmeye başladı. Buna rağmen beni gönderen yakınının ve gerekse kocasının ismini duymak (R...) Anne için bir anlam ifade etmedi. Ya da bana öyle geldi, tepki vermedi çünkü. İnfaz ve koruma memuru arkadaşımız aracılığıyla ona; "sakin olmasını, kendisini cezaevinden çıkarmaya geldiğimi, bazı işlemlerin yapılması gerektiğini, ancak bir haftaya kadar kendisini cezaevinden çıkaracağımı ve evine gidebileceğini" söyledim. Ancak o "söylediklerimi duymadığını, midesinin bulandığını ve hasta olduğunu" birkaç kez tekrar etti. Bunun üzerine memur arkadaş; "bak avukatın geldi, seni buradan çıkartacak, evine gideceksin, bazı resmi işlemler varmış, ama on güne kadar evine gideceksin" dedi. Bu sözleri duyan (R...) Anne bana baktı. O an, konuşurken kendisine "anne" diye hitap ettiğim bu güzel insanın gözleri gözlerime değdi. Daha doğrusu bakışı gözlerime mühürlendi. Çünkü; bakışında insanın yüreğini dağlayan bir minnettarlık duygusu ve "tamam, sen beni buradan çıkar oğlum" ifadesi vardı. Boğazımda kabaran ve konuşmama engel olan kocaman bir düğümü yutmaya çalışarak memur arkadaştan görüşmeyi sona erdirmesini istedim. Ayrıca, (R...) Anne'yi sakinleştirip koğuşuna götürmesini, yine geleceğimi, ona çok iyi bakmalarını da istedim. Ayrılırken (R...) Anne'ye el salladım. "Yine geleceğim anne" diye seslendim. Beni duyup duymadığının, onun da bana el sallayıp sallamadığının farkında olamadım. Çünkü o sırada, kendi barajının kapaklarını patlatırcasına gözlerime hücum eden göz yaşlarımı tutmaya çalışıyordum..
Durumu bir kez daha cezaevi yetkilileri ile görüştükten sonra adliyeye geri döndüm. Cumhuriyet Savcısı ve İnfaz Bürosu Müdürü'ne gidip mevcut durumu anlattım. Adli Tıp Kurumu'nda rapor gelmeden infazının tehir edilemeyeceğini bildiğim halde, bir an önce kendisini tahliye etmeleri hususunda ısrarcı oldum. Ancak, yasa o kadar açıktı ki, benim de onların da adli tıp raporunu beklemekten başka çaremiz yoktu.
Bu aşamadan sonra; İnfaz Savcılığına bir dilekçe vererek "(R...) Anne'nin cezaevinde kalmasının hayatı için tehlike oluşturduğunu, ileride telafisi imkansız ve üzücü bir duruma sebebiyet vermemek için acilen tahliye edilmesini, en azından hemen tam teşekküllü bir sağlık kuruluşuna kaldırılmasını" istedim. Yetkililerin bu konuda gereğini yapacaklarından emin olduktan sonra İzmit'e evime döndüm.
Huzursuz bir uykuyla geçen geceden sonra ertesi sabah saat 09:20'de çalan telefonumdaki bir ses "(R...) Anne'nin vefat ettiğini" söyledi. Telefondaki kişi anlatmaya devam ediyordu ama ben onu duymuyordum, dinlemiyordum daha doğrusu.. O an dünyada hissettiğim ve algıladığım tek şey (R...) Anne'nin gözlerime mühürlediği "yardım dileyen ve minnettarlığını gösteren", bir daha da hiç unutamayacağım bakışı idi ..
Sonrasında öğrendim ki; savcılık ve cezaevi yetkilileri talebime uygun olarak onu hastaneye kaldırmışlar ama o hastanede sabaha karşı saatlerde o güzel gözlerini hayata yummuş, huzura kavuşmuştu ..
Değerli dostlarım; maksadım sizi üzmek değil. Kendi yaşadıklarımı ve duygularımı kendime de saklayabilirdim ama (R...) Anne'nin aziz hatırasının vesile olduğu sistemin aksayan yönünü vurgulamak için bu yazıyı kaleme aldım.
Şöyle düşünün lütfen ! (85) yaşında bir kadın hükümlü var. Çok yıllar öncesinde her nasılsa almış olduğu bir mahkumiyet söz konusu. Hiç kuşkusuz; suç varsa, ceza da var. Suçun bedeli ceza olarak ödenecek elbette. Ama (R...) Anne'nin hem çok ileri yaşı söz konusu, hem de kalp krizi geçirdikten sonra tedavi gördüğü hastaneden cezaevine götürülmüş olması gerçeği var orta yerde. O çok hasta ve hayati tehlikesi söz konusu. Bu durumda bırakın cezaevine konulması, en iyi koşullara sahip bir sağlık kuruluşunda tutulması gerekiyor.. İşte tam da bu sırada, infazın ertelenmesi için yaşamın gerçeklerine uygun yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Mevcut düzenleme; bu durumda (R...) Anne'nin tahliye edilebilmesi için öncelikle adli tıp raporunu istiyor. Oysa ki bunun için vakit yok. Zaman o güzel insanın hayatını tehdit edecek kadar hızlı akıyor.
İşte insan burada şunu düşünüyor; neden adli tıp raporu beklenir ki? Ortada devlet hastanesi tarafından verilmiş bir heyet raporu varken ve bu rapora göre (R..) Anne'nin tahliye edilebilmesi mümkünken, zaman alabilecek adli tıp raporu neden bekleniyor? Geniş yetkilerle donatılmış Cumhuriyet Savcılarına veya İnfaz Hakimlerine bu yetki neden verilmez? Zaten, esas olan insan odaklı bir infaz rejimi değil mi? İnsanlığın ulaştığı bu çağda, insan hayatını infaz edilecek bir cezadan üstün tutmak gerekmez mi?
Sözün kısası dostlarım böyle bir yasal düzenleme olsaydı; (R...) Anne, belki de hastanede değil, kendi evinde son yolculuğuna çıkacaktı.. Ama olmadı .. Çok yaşlar görmüş ve o sırada toplumun sevgi ve şefkatine en çok muhtaç olan bu güzel insan için yapmamız gerekenleri yapamadık ..
Hayatının son anlarında onu demir parmaklıklar arkasında tuttuk ..
Burada, Savcılık ve cezaevi görevlilerinin (R..) Anne'yi tahliye edebilmek için gösterdikleri insani çabayı saygı ile anıyorum. Ama ne benim, ne de onların gücü yasal engelleri aşmaya yetmedi ..
Biliyorum çok uzattım. Ama içimdeki acıyla daha o kadar çok yazabilirim ki ..
(R...) Anne'yi en azından hastaneye kaldırabilmiş olmak ruhumu sakinleştiriyor bir parça. Yine de, onu evine gönderememiş olmanın acısı sanırım beni hep huzursuz edecek ..
O zaman diyelim ki; Allah rahmet eylesin sana güzel insan..
Cennetinde çok mutlu yaşa..
Ve n'olur bizi affet (R..) Anne .. !

( Mart / 2021, İzmit )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SEN YAŞTAYIM

İNSANIN MAVİSİ

  Bu sabah deniz, kendimin "Di'li geçmiş zaman"ı. Bir vakit bendeki mavinin solmamış hali. Çocukça güldüren, aşkça ürperten, b...