Pazartesi, Ekim 09, 2023

TÜKENİŞ

 

Tükenmez kalemin tükenmezliği yazana emanet.

Hatrıysa; "Aaa ! Kalem bitmiş, başka kaleminiz var mı acaba? " ömürlü.

Kalemin tükenirliği boyadan sebep, bilirsin işte.

Boya dediğime bakma sen. Mürekkeplerin mavisi, denizlerin suyudur kastım.

Bu yüzdendir, tükenmez kalemi dalgınlıkla dudaklarıma götürdüğümde dilimin ucundaki tuz tadı.

                         *                         *                         *

Tükenmezlik, suretinde kalemin.. Tükenirlik fıtratında..   

Tükenmez yada kurşun, tekmil kalemin sırdaşlığı sana, kağıtla ortaklaşa.

Yazıp yazıp karalarken, yırtıp yırtıp atarken kendinin müsveddesini, paydaşlarıydı kalemle kağıt onca gizinin. 

İmecesi diğerleriyle badi parmağının, sımsıkı sarılırdı bedenine tükenmez kalemin.

Yine de, güzel olsun istediğin yazın hiç anlatamadı yüreğinde tıkış tıkış bekleyenleri.  

Sözün, yazını yendi hep.

Bundan sebep kendisini hiç okuyamadı, yüzü buzlu camda çoktan silinmiş o sevgili.  

                         *                         *                         *                   

Coğrafya insanın kaderi, insansa tükenmez kalemin kaderiydi.

Çocukluğunda yaz helvası kokan bir dükkanda, kuşlu terazi arkasında otururken hatırladığın Bakkal Amca'nın kulak arkası aparatıydı tükenmez kalem. 

Sarı yapraklı matematik defterine kurşun kalemle yazardın da; annesinin sabahları kumral saçlarını ördüğü o kızın çıtçıtlı pembe defterine "Kalbin kadar temiz bu hatıra defterinden bana da bir sayfa ayırdığın için teşekkür ederim ..." diye yazarken, satır aralarına gizlediğin aşkını mavi boyalı bir tükenmezin elçiliğine havale ederdin. 

Sonra milyon imza attın, tükenmezin milyon çeşidiyle. 

Kargacık burgacık imzalar.. Afili imzalar.. Ciddi imzalar..

Sevgisizdin bazı, harakiri yaptı bu yüzden tükenmez kalem, mavice akıttı kanını gömlek cebine. 

Bazı da, mürekkep lekeleri yoldaştı kol düğmelerine. 

Her tükenmez, kendi kaderini yaşadı eşleştiği insanda.

Yaşayıp yaşayıp tükendi kendi bedeninde.

Şimdiyse, bir banka gişesindeki ipli tutsaklığı ve elden ele dolaşan yalnızlığıyla yüreğini burkmakta tükenmez kalemin biri, bilirim ben seni..

                         *                         *                         *

Tükenmesi tükenmez kalemin, çoğu kere olmadık zamanda.   

Oysa, tükenmez kalemin bilindik ihanetidir tükenir olmak.

Yine de razı gelmez gönlümüz, tükenmesin sevgili kalem.

Annesinin kumral saçlarını ördüğü kızın, kış sabahları üşüyen ellerini nefesimizle ısıtır gibi öpsün soluğumuz tükenmez kalemi..

Yüreğimiz denli sıcak olsun da, soğumasın boyası.. Ve yazsın tükenmez kalem her vakit.

                         *                         *                         *

Tükenmez kalemin tükenişi boyadan, insanın tükenişi insandan sebep.

Ruhdaşlık desen, matematik üstü bir ihtimalle denk düşmesi insanın ruh aynına.

Ansızın yolunun kesişmesi, pervanelerce uçup durduğu ateşten bir ruhla.

İnsanın tükeniş öyküsüyse, ruhdaş yoksunluğunun ta kendisi.

Kış sabahları üşüyen ellerini ısıtabilmek için salt kendi nefesine muhtaçlığında saklı insanın ruhça yalnızlığı.

Ve ruh ışığına dokunulmaz olunca başlar tükenişi insanın.. 

Bir de yanlış dokunuşların falçata kesikleriyle dilim dilim olduğunda .. Yara bere içinde kaldığında..


( ibrahim ethem dikmen, Ekim/2023, İzmit )

Pazartesi, Eylül 18, 2023

HÜZNÜNDEN SABIKALI EYLÜL


Saymam ben bu yazları.

Yazdan saymam.

Vallahi saymam.

Hatıra binaen bile olmaz, ısrar edilmesin.

Billahi de saymam.

Evlerin pencerelerinden mahalleye yayılan kızartma kokulu akşamüstülerinin büyülü tütsüsü.. 

Kızılca kıyamet bir ufka doğru sönmekte olan güneşin, ter içinde oynayan çocukları samansı bir toz bulutunda yuttuğu sokaklar.. 

İkide bir pencereden sokağı koloçan eden, tülbentle sıkıştırılmış ağrılı kadın başı..

Kanatlı ahşap kapının eşiğinden atlayıp sarı ışıklı ampulle aydınlatılmış küçük havuzlu bahçeye girdiğinizde, muşamba örtülü masadaki sinekkaydı tıraşlı adam.. Adamın önünde kiremitte balık ve Kulüp Rakısı.. 

                    *                    *                    *                    *                    *                    *

Gündüzleri öğlen sıcağında, havada asılı incir sütü yapışkanlığı..

Geniş yapraklı incir ağaçlarının dibinde, sabırsız sevgililere öykünmüş sabırsız incirler..  

" İncirler olana kadar kalsaydın bari

Onlarca sözden birini tutsaydın bari

Beni böyle habersizce alıp giderken

Bavuluna kalbimi de atsaydın bari " 

diyen şarkıdan habersiz incirler ..

İncir tadında yazlar.. Kızartmalı sofralar tadında huzur.. Yapış yapış yazlar.. Yapış yapış çocukluk.. Yapış yapış aşk..

                    *                    *                    *                    *                    *                    *

Yazların katili eylül ! Hem de en serisinden, en kıdemlisinden, ve de kadrolu olanından.

Eylülün hüznüyse pişmanlığından..

Timsah gözyaşlı eylül !

Hüznünden sabıkalı eylül !

Domatesler dilimlenecek. Yeşil hıyar, taze maydanoz da var. Kızarmış ekmek bir de. Kendime demlediğim çay. Serin sabahlı bir eylül karşılaması.

Sonrasında çiseleyen yağmur. Kalabalığına karıştığım caddeler. Kolları sıvanmış beyaz gömleğimin üstüme yapışması. Ayaklarımda ıslaklık hissi.

                    *                    *                    *                    *                    *                    *

Hangi eylülde yazdım bilmem ! Şimdiki eylül hatırlattı dizeleri;

"Önümde yürüyen

sarışın kadın

Siyah, astragan

mantonuz ne güzeldi

Yakası kürklüydü

üstelik

Yanlış anlamayın

ama

size çok yakışmıştı "

Derken; sureti tanış, ismi bildik, davudi sesli, yakışıklı bir edebiyat öğretmeni beliriverdi yanımda bir eski zaman sınıfından.

Pos bıyık altı dudaklarından dökülen Enderunlu Vasıf'ın muhteşem dizelerini, tebeşirle kara tahtaya yazdı yazısı güzel bir kız öğrenci. 

 " O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün 

Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün.. "

Vasıf da, eylülde mi yazdı acep ben gibi !

Şiir yazdıran, aşık eden eylülde..  

Astragan mantolu kadın da, Vasıf'ın gönlünü kırmızı şalının ucunda sürükleyen gül fidan boylu güzel de eylüle ait zamansızca.

Gül endam yok şimdi.. Vasıf da yok ..

Bir gün yakası kürklü siyah mantolu kadın da olmayacak..

Benim eylül kokulu şiirlerim de..

Ama eylül, hüznü ve aşkları ile insana hükmetmeye çağlarca devam edecek.. 

                    *                    *                    *                    *                    *                    *

Balkondaki kafeste üşüyen muhabbet kuşunu unutmuş siyah gözlüklü adam.

Görmediği kadınlara aşık oluyor. Görmeden seviyor her birini serin eylül sabahında.. 

Kuş titriyor, umarsızca tüylerini kabartıyor..

Küçük balkondaki siyah gözlüklü, görme engelli adam da eylülden nasipli..

Eylülün üleştirdiği hüzünden ve aşktan paylı..

Adam görmeden aşık olacak elbet sokaktan geçen kadınlara.

Eylül herkesin çünkü..

Yüksek ökçelerinin kaldırımdaki tıkırtısından biliyor adam aşık olacağı kadınları..

Enselerindeki gül kokusundan seçiyor onları..

Giz dolu gülümsüyor sonrasında muhatabı belirsiz..

Eylül, hüzünce ve aşkça bir mevsim, takvimlere işaretli.

Sihirli eylül..

Mahlep şarabı sarhoşluğunda eylül..

Hüznünden sabıkalı eylül !

( ibrahim ethem dikmen, Eylül 2023, İzmit)     


Salı, Ağustos 29, 2023

YALNIZ EVLERİN TUHAF SESSİZLİĞİ


 "Yalnız evlerdeki tuhaf seslere takıntılıyım" dedim Ana Kraliçe'ye.

Sonra devam ettim; "Lütfen koloninize söyleyin, geceleri yalnız evimin içinde ayak parmaklarının uçlarında yürüsünler." 

"Ha ! Bir de çocuklarınız Anne Kraliçe, onlar da koşuşturarak oyun oynarken lütfen daha az şamata yapsınlar, olur mu Sevgili Kraliçem!"

Sıcak bir ağustos gecesinin saat bilmem kaçında, zifiri karanlık evimin yatak odasından böyle seslendim Ana Kraliçe Karınca'ya.

Beni duyduğundan hiç kuşkum yok.

Hatta, o kocaman gözlerinden fışkıran muzip ve mavi bir ışığın, karanlığın içinde bir an yanıp söndüğünü de hissettim.  

Ama, Sevgili Anne, bir kraliçeye hiç yakışmayacak şekilde davrandı bence.

Yalnız evimin sessizliğini bozmamaları ricamı umursamadı.

Kolonisine dönüp, o güzel başındaki antenlerini "boş verin" anlamında sallayarak, mutfak tezgahının üstündeki vişne reçeli damlacıklarını çocuklarıyla birlikte yemeye devam ettiğinden adım gibi eminim. 

Nereden bilecekti ki Ana Kraliçe !

Tuhaf seslerin zamansızca cirit attığı mekandır yalnız evler.

Hele ki, geceleri.

Eşyalar, hiç bilinmemiş alfabesiz dilleri konuşur yalnız evlerde.

Alfabesi olmayan dillerse, dil bilgisinden muaf elbette.

Harfler silik, heceler anlamsız, sözcükler tuhaf oluyor yalnız evlerin nesneleri konuştukça.

Yazısı yok, telaffuzu hepten zor, tuhaf sesler alfabesizliğinin.. 

Söz gelimi, tavan arası çıtırtısı, buzdolabı tıkırtısı şeklinde kodlanmış tuhaf seslerin şifreleri nedir ki gerçekte ?

Genleşen ahşabın esnemesi mi, yokuş yukarı çıkmakta olan yaşlı buzdolabı motorunun soluk soluğa kalması mı duyduğun ?

Yoksa muhteşem bir devinim mi, bir çıtırtının karanlık gecenin koynundayken sana armağanı !

Bir yel değirmeniyle birlikte dönüyor olmanın sarhoşluğu gibi, hayatındaki yitik sesleri ve silinmiş yüzleri, oraya buraya gizlenmiş anıları ansızın gecenin orta yerine saçan, böylelikle eşsiz bir devinime sebep olan bu minnacık çıtırtı öyle mi ! 

Bir tavan arası çıtırtısı nasıl olur da sayısız anıyı çağırır dersen, belleğin ve ruhun tetikçisidir geceye gizlenmiş tuhaf sesler bilesin..  

İşte, çocukken yaramazlık yaptığında, gaz lambalı ahşap evlerin tavan arasında yerleşik olduğunu sandığın "parlayan gözlü" devle korkutulman ..

İşte masalcı teyzelerin ballandıra ballandıra anlattıkları, senin tüylerini diken diken eden hayaletli, hortlaklı, kesik başlı hikayeler ..

Ve daha niceleri ..

Seçmek sana kalmış. Beğen beğendiğini.. Gülümse istediğine.. İstediğine de, Ana Kraliçe'nin kolonisi duymadan ağla .. 

Bense, gördüm hangi anıyı seçtiğini senin. 

Sen demişken, kim olduğunu bilmiyorum işte. 

Tavan arası çıtırtısıyla gelen bir suret, gözle seçilemeyen bir siluetsin ihtimal..

Huzurlu ve dingin bir yaşama etiketlenmiş 70' lerin hemen başında, o uçsuz bucaksız bağlardaki yaz gecelerinden birisi..

Bin bir çeşit meyvenin baygın kokusu dalga dalga.. 

Üzümler.. Üzümler.. Yeşil, sarı, kara üzümler.. 

Sarı parlak bir ay ışığı canlı cansız her şeyi birer gölgeye dönüştürmüş.. 

Ay'ın kendisi bazen küçük havuzun, bazen çıkrıklı su kuyusunun dibinde.. 

Ve gecenin içinde sesler.. 

Yalnız evlerin tuhaf seslerine hiç benzemeyen sesler.. 

Serin rüzgarla hışırdayan dut ağacı yaprakları.. 

Kavuşamayan âşıklar için iç çeken İshak kuşları..

Memleketimin Mahlep şarabıyla tutuşmuş on altı yaşlı kanımızın damarlarımızdaki genç yürüyüşü.. 

Ve o güzel temiz yüzlerin geceye karışmış masum fısıltıları.. 

Uzaklarda, derin uykudaki şehrin kıpır kıpır ışıkları..

İki katlı bağ evinin bastıkça gıcırdayan merdivenleri ..   


"Bir gece habersiz bize gel

Merdivenler gıcırdamasın

Öyle yorgunum ki hiç sorma

Sen halimden anlarsın

Sabahlara kadar oturup konuşalım

Kimse duymasın

Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız

Dokunarak uçalım "


der, bir şiirinde hemşehrim Cahit Külebi.

Merdivenlerin gıcırdamasını istemez şair.

İster ki, usulca ve habersiz gelsin sevgili ..

Oysa, merdivenlerin gıcırtısı, sevgilinin gelişinin muştusu..

70' lerin 16' lıları bir muştunun hayalini kurarlardı bağ evinde, o yaz gecelerinde ..

Seslerin bir önemi yoktu.. Bütün sesler güzeldi..

Sadece, yalnız evlerden, ve onlarda yaşayan tuhaf seslerden habersizdiler henüz..


( Ağustos / 2023, İZMİT )


BİR İHTİMAL DAHA VAR


 Dejavu bu !

Hiç kuşkusuz bir dejavu hissettiğim.

Daha önce aynı şeyi yaşadığım duygusu,  tekraren ve de "aslının aynıdır" kaşeli ..

Daha önce gördüm bunu, yaşadım, deneyimledim hissiyatlı..  

Sanki aynı pazar günü öğleden sonrası.

Bir parça buzla birlikte, beyaz bir bulut çökmüş suyun kadehteki camdan göletine.

Pikapta yalpalayarak dönen 45' likte Müzeyyen'in ihtimaller ruleti oynayan ağlamaklı sesi; "bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin".

Covid yasaklısı zoraki bir tatil gününde, çoklu ihtimaller denklemi sınavından çıkmış matematik özürlüsü bir öğrencinin alacağı kırık nota nispet, şair ruhundan bir ihtimaller şiiri çıkarmasıyla tıpkısının aynısı işte yaşadığım !

Şiirde eksik söylemişim. Bilirsen eğer, çoklu ihtimaller kılıklı bir meteor yağmurundan ibarettir hayat aslında.

Çoğunu ıskaladığı ihtimalleri "ya şunda dır, ya bunda" ikircikliğine kurban eder insan..

İyisi, biraz daha iyisi, en iyisi filan derken, "sıfıra sıfır, elde var sıfır" istikametli, ve de navigasyon  tarifsiz çıkmaz sokaklardır payımıza düşen..

Samanlıkta iğne aramak denli çaresizliktir aslında, bunca ihtimal içinde gizlenmiş doğruyu ayrık otları arasından çekip çıkarma çabası..

Hiç şaşmaz ! Onca ihtimal saçılmışken ortalığa, telaşla en kötüsüne sarılır insan. 

Un ufak olup dağıldığında, kendi türbülansında sallandığında, giderek küçüldüğünde kendi boyundan, ve tırmanırken düştüğünde hayatın yakasından.. 

Durur durur da; Brütüs ihanetli, Sezar aymazlığı giysili en olmaz ihtimali sahiplenir acınası bir saflıkla..

Söylesenize ! Kendi ihtimaline, tencere kapak suretli bir ihtimali nasıl bulur ki insan..

Duydum ne dediğinizi.. Haklısınız.. Siparişi olmaz, ustası bulunmaz doğru ihtimalin.. Belki de, ne çıkarsa bahtına !

"Bir ihtimal daha" her zaman var elbette.

Seçim senin.. Sıra sıra ihtimaller raflarda duruyor işte.. 

Küsmek yok.. Sonuna kadar kendi ihtimalinin peşinde koşmalı insan.

Çoklu ihtimaller denkleminin çözümü, eşittir çaresizlik olmasın sakın. 

"Ölmek ihtimali" mi !

Bırakalım, o da şarkıda ağlayan bir sitem olarak kalsın.. 


( Haziran / 2023i İZMİT )




Cumartesi, Mayıs 13, 2023

TELAŞE MÜDÜRÜ HAYAT

 


Akşamın dar vakti, ateş almaya kapımıza gelen komşu gibiydi hayat !

Telaşlı mı telaşlı.. Huzursuz.. Daha yeni gelmişken, alacağını alıp gözü hemen gitmekte olan.

Eşleştirildiği insanın, olası kıymet bilmezliğinden endişeli sanki.

Hiper aktif bir çocuk sıkıcılığında aceleci.

Tembelliğe, bir öğretmen titizliğinde tepkili.

Ne söylense haktır sana ! Büyükanne deyişiyle, Telaşe Müdürü'sün hayat ! 

Telaşlı Hayat ! Bir meteor yağmuru çokluğundaki telaşlarını, evrendeki varlığı toz zerresi hükmünde olan insanın üstüne durmaksızın boca eden hayat !

Hızlı adımlı, yüksek nabızlı insanların, bitmez tükenmez telaşlar içinde, lunaparkta çarpışan otomobiller gibi savrulmalarından keyif alan hayat ! 

Seni Telaşlı Hayat ! Yürümeye programlanmış insanı koşturarak bedel ödeten hayat!

Onca yılın hafızayı ketleyen sayısız yaşanmışlığı içinde, elinde ateş tavası, başında yazması ve fısıltılı sessizliğiyle bir komşu teyze hatırlarım.

Hayatın durgun bir nehir gibi ağır aktığı zamanın insanlarından.

Bazı akşamüstüleri, alaca karanlıkta zor seçilen bir gölge halinde kapımızın önünde beliriverirdi.  

Ve hemen, annemin sobadan çektiği bir kürek dolusu közün, o güzel yüzünde çıkardığı gül kırmızısı bir yangınla birlikte, savuşup giderdi..

Gelirken ruh gibi sessizken, dönüşünde içinden geçtiği tülden geceyi kıvılcımlarla yakan bu eski zaman insanının telaşının nedenini sonradan öğrenmiştim.   

Batıl bir inanç vardı bu konuda, ve gece vakti komşudan ateş almanın uğursuzluk getireceğine inanılıyordu da, bundandı acelesi hatıralarımın ateşten teyzesinin. 

İyi de, hayata ne oluyordu ki !

Olanca gerçekçiliğiyle insana diz çöktüren hayatın, batıl inanç temelli uğursuzluk paranoyası olacak değildi ya !

Belki de nedensiz telaşlıdır hayat.

"Şu da yapılacak, bu da yapılacak / şuraya da gidilecek, buraya da gidilecek / onu yaptın mı, bunu ettin mi /çok iş var yapılacak, haydi yapsana, yapsana, yapsana" emir kipli, her gün tekrarlanan, itiş kakışlı, soluk soluğa koşuşturmalı söylemlerin bir anlamı yoktur belki de.     

Kim bilsin, belki de hayat masumdur !

Ona sorsan, telaşlı olan da  insandır, Telaşe Müdürü de.. 

Hayatın, hiç ateş almaya başka kapılara gitmişliği yoktur ki.. 

Tercihi telaştan yana olanların, hayat şikayetli mazeretidir duyulan, hepsi bu.. 

Aldığı ilk nefeste ağlaması telaştandır insanın bilsen. 

Bundan böyle hayatı, ateş almaya kapılara giden komşu gibi yaşayacak olmasını fark etmesindendir.

Her sabah, eşitsizlik kulvarlı yarışların yeniden başladığı bir dünyaya uyanan insan, nasıl telaşlı olmasın ki !   

Hayata direnişin telaşıyla, kendi med cezirlerinde savrulmakta olan insan, elbet duyacak kendi kalbinin davul sesini. 

Omuzladıkça hayatın yükünü, sel olup damar çeperlerine hücum eden kanının uğultusuyla elbet telaşlanacak insan.

Doğarken ağlayacak insan.. Yaşarken telaşlanacak.. Böyle biline..

Bana sorsan; hiç istemem, salyangoz vurdumduymazlığında yaşanmasın hayat.

Nerede akşam orada sabah rahatlığında, evi sırtında dolaşan bir kaplumbağanın hızına da indirgenmesin hayatın akışı.

Ama telaşlar içinde yaşıyorken biz, şekersiz sütlaç tadı olacak ağzımızda hayat her an.. 

Desem ki sana Telaşlı Hayat; makas şıkırtılarının yarıştığı bir berber salonunda, ona yaptıkların yüzünden aynada kendi yansımasına bakmaktan kaçınan bir adamın telaşlarına az biraz ara versen !

Hani çok değil Telaşe Müdürü Hayat ! Arada bir şiir yazmasına müsaade etsen ..

( Mayıs / 2023, İzmit )

 

    



 









  













  



Perşembe, Nisan 27, 2023

ALIŞKANLIĞIN KUŞATILMIŞLIĞINDIR

 


Benim alışkanlığım, Nisan'adır. Kusura bakmasın takvimler. Mayıs'larda doğmuşum, ama sevdiğim Nisan'dır. Sevgimi alışkanlığa dönüştüren de Nisan'ın ta kendisidir. İhanetimse Mayıs'adır istemsizce. Vefasızlığım, pembe beyaz çiçek açmış ağaçlaradır kiraz mevsiminden önce.

Ah Nisan'lar ! Küçük havuza düşmüş ay ışığı.. Gecenin nefesiyle titreşen sular.. Anason kokusu taşıyan rüzgarın genç ve güzel yüzdeki pembe buğusu.. Ve bir daha hiç duyamadığım o sevgili kahkahanın gecenin loşluğunda salınışı.. 

Şaşırırdım o zamanlar ! Az ötede lacivert gecenin koynunda uçsuz bucaksız bir göl uyuyorken, neden küçük havuzun labirentlerinde mutluydu yavru sazan..    

Sonra bildim .. Bildim .. Alışkanlıktı damarlarımızda köpüren zehir. Benim alışkanlıklarım Nisan'larda yaşadıklarımdı çokça.. Yavru sazanınki ise, mevsim fark etmez yaşam rutinleriydi işte kendince..

"Desem ki, vakitlerden bir Nisan akşamıdır " diye şiirine başlayan şair.. Bilesin ki, Nisan, bir limonata ile bir dilim kekten ibarettir sorarsan eğer bana.. Ve bir telefon kulübesinde limonata yerine içilen göz yaşıdır kumru ötüşleri eşliğinde.. Yeşil kazaklı, İspanyol paça pantolonlu kızların, serin Nisan sabahlarında körüklü kırmızı boyalı belediye otobüslerine binme telaşıdır Yeni Mahalle Durakları'nda..    

Dedim ya, Nisan'lar sevdiğimdir, alışkanlığımdır. Yaşamın repetesi (tekrarı) değildir alışkanlığın kendisi. Yaşam rutinlerinin tekrarlayan sayıları değildir alışkanlık. Nisan'ın yada diğerlerinin sana neler yaşattığıdır, böylesine nasıl çoğalttığıdır seni parçalarından. 

"Ayniyle vakidir", şarkıdaki gibi. Alışkanlıkların koynunda yaşar insan bebek uykulu bir teslimiyetle. Hem, hiç bilmeden alışkanlık zindanındaki tutsaklığını.

Kahvehaneden çıkmış bir adamın üstüne sinmiş sigara kokusu gibi iticidir kimi zaman alışkanlık. Adamın bunu fark etmemesidir tuhaf olan. Toz toprak içerisinde bir tavan arasında yaşamak da bir alışkanlıktır bakarsan, karanlığı ve rutubeti fark etmeden. 

Alışkanlığın, kuşatılmışlığındır. Benliğini teslim edişindir, değmez hayat rutinlerine.. Tutuculuğunun Nirvanası, vazgeçilemez kodlu yanılgısıdır alışkanlıkların. Yangında ilk kurtarılacak denli öncelikli değilken, olmazsa olmaz koşullu ve hepten geçersiz sözleşmelerle hayata bağlı olduğundur. Ve altın vuruşu alışkanlığın, bir insana körü körüne bağlılığındır.. 

Ama bilsen ki.. ! Vazgeçmek, panzehiridir alışkanlığın. Ruhunu arındıracak, seni sen yapacak olandır. Ben de bilirim elbet, sen de. Şarkı da aynısını söyler; "alışmak, sevmekten daha zordur" hiç kuşkusuz. Alışkanlığı öldürmek, omuzlarını çökerten yükü atıp devasa bir Zerdüşt ateşinde, küllerinden doğmak sonrasında, hiç de kolay değildir, bilirim. 

Alışkanlıkların, köpürerek akan bir nehirken damarlarında, vazgeçmek duvarlı barajlar örmek tek şansındır, ve de tecrübeyle sabittir yaşam sarmalında.

Belki de, bir mum alevini üflemek denli kolaydır her şey !

Sonsuz bir vazgeçiş için, bir nefes yetecektir belki de ..

(İbrahim Ethem Dikmen, Nisan/2023, İzmit)                  

   

 

            

   

 

            

SEN YAŞTAYIM

İNSANIN MAVİSİ

  Bu sabah deniz, kendimin "Di'li geçmiş zaman"ı. Bir vakit bendeki mavinin solmamış hali. Çocukça güldüren, aşkça ürperten, b...