Cuma, Mart 06, 2009

Tavuk Ormanı'nda Yürümek


Akşama yakın saatlerde vardık Tavuk Ormanı’na. Güneşin yorgun ve matlaşmaya başlamış ışıkları, sık olmayan ama oldukça yüksek ağaçların yaprakları arasından süzülüp yerdeki çimen-ot karışımı yeşil örtünün üzerinde oynaşmaktaydı henüz..
Kim bilir isimleri neler olan ve ağaç-yaprak denizi içerisinde ancak siluetlerini görebildiğimiz birçok kuşun şen şakrak nağmeleri doldurdu kulaklarımızı. Ve kim bilir neler anlatıyorlardı birbirlerine bu küçük şirin yaratıklar.
Sonra, Tunca Nehri’nin nazlı nazlı akan bir kolunu solumuza alarak yürümeye başladık birkaç metre genişliğindeki patika yol üzerinde. Sağımızda kalan ormanın derinlikleri ağaç ve yeşilin her tonunun harmanlandığı bitki örtüsü ile doluydu. Yol zaman zaman daralıyordu. Öyle ki, genellikle üç kişi yan yana yürürken, bazen de ancak tek sıra halinde yürümemiz gerekiyordu.
Ayaklarımızın altında ezilen yumuşak toprağın iniltisini duyar gibiydik yürürken. Karıncaların özenle ama büyük bir tedbirsizlikle yolun ortasına yaptıkları yuvalarına basmamak, gizlendikleri yeşil örtüden bazen kendilerini gösteren börtü böceğe zarar vermemek için dikkatliydik. Arada bir ayaklarımızın altında ezilen kurumuş yaprakların sesi Tavuk Ormanı üzerine yaptığımız sohbete karışıyordu. Kırılan küçük dal parçacıklarının çıtırtısına, yol üzerindeki küçük tümsek ve çukurlara ve bazen de ormandan yolumuza hücum eden yüksek bitki ve ağaç dallarına aldırmadan tempolu yürümeye devam ediyorduk.
Bu arada iyiden iyiye kendisini belli eden baharın, o insanın içini yaşama sevinci ile dolduran baygın kokusunu bize ulaştıran hafif rüzgara karşı yürümekte keyifliydi doğrusu. Biraz daha yürüdükten sonra nehir kenarında derin bir sessizlik içerisinde balık avlamakta olan iki genç insana rastladık. Coşkuyla selamladık onları. Bol şans diledik. Hemen yanlarındaki poşete göz attığımızda hala canlı ve parlak gözüken balıklar avın bereketli geçtiğinin deliliydi sanki.
Ne kadar da doğruydu kitapların yazdığı aslında. Tavuk Ormanı, tıbbi değeri olan bitkilerle dolu bir laboratuar idi kesinlikle. Gerçi ormanın tam içinde olmadığımız için göremiyorduk akyıldızı, mor sümbülü, akçebardakı, çoban değneğini, yaban soğanını, düğün çiçeğini, çiğdemi, yılan yastığı-dana ayağını, karakafesi.. Daha nicelerini.. Belki, görsek te tanıyamayacaktık zaten birçoğunu ama oralarda bir yerlerde olduklarını bilmek bile insana huzur veriyordu.
Bir de ağaçlar ve çalılar vardı tabii Tavuk Orman’ını orman yapan. Hatta bazıları anıtsal nitelikteydi, Doğu Çınarı gibi. Akkavak, karakavak, mazı, yalancı akasya, beyaz dut, salkım söğüt, yabancı gül, duvan sarmaşığı, loğusa otu, böğürtlen.. Hepsi birlikte Tavuk Ormanı’nın muhteşem dekorunu oluşturuyorlardı.
Padişah IV. Mehmet (Avcı Mehmet)’in avlandığı ve hatta 1671 yılında bu amaçla bir köşk yaptırdığı Tavuk Ormanı’nda bugün avlanmak mümkün değil elbette.
Ama Tavuk Ormanı’nın güzelliklerini görüp yaşamak için bir nedene ihtiyacımız da yok aslında. Modern hayat ve teknolojinin neredeyse hepimizi robotlaştırdığı ve tekdüze bir hayata mahkum ettiği günümüzde, doğal yaşamı cömertçe bize sunan böylesi yerlere sahip olmak şans değil de nedir dersiniz? Önemli olan bunu görebilmek ve değerini bilebilmek gibi geliyor bana.
Şehre araçla en fazla on dakika mesafede olan Tavuk Ormanı doğal bir hayatı sunuyor kendisini ziyaret edenlere. Henüz on dakika önce içerisinde olduğunuz yapay yaşam renkleniyor. Şehrin her türlü gürültüsünün yerini size yaşama sevinci veren kuşların neşeli şarkıları alıyor. Rengarenk çiçeklerle bezenmiş bitki örtüsü, türlü ağaçların hoş serinliği ve gölgesi ile hemen yanınızda akmakta olan bir nehrin sessiz varlığı içinizi huzurla dolduruyor. Bin bir çeşit çiçeğin hoş kokularını da taşıyan tertemiz hava ciğerlerinizi dolduruyor. Şehrin matlaşmış, sıkıcı atmosferinin yerini hep özlem duyduğunuz doğal bir dünya alıyor. İçiniz coşkuyla, yaşama sevinciyle doluyor..
Önceki gün, iki meslektaşımla birlikte Tavuk Ormanı’nda yaptığımız yürüyüşün sonuna doğru, “değerini bilmeli Tavuk Ormanı’nın, buradaki zaten sınırlı olan doğal yaşamın yok olmasına izin vermemeli, hep birlikte sahip çıkmalı” diye düşünüyorum.
Ormandan çıkarken, neredeyse çocukluğumdan bu tarafa duymadığım bir ses yolcu ediyor bizi. Bir ağaçkakanın tak-takları çınlıyor ormanın içinde. Üçümüzün de hoşuna gidiyor. Seviniyor ve gülüyoruz.. Ancak, sincap göremediğim için de üzülüyorum..






Edirne, 29/04/2007

2 yorum:

  1. hani yaşamdan bunaldığımız zamanlarda ; artık geçmişte bıraktığımız bir 'an ' ı hatırlayıp , o anki huzuru tekrar duymaya çalışırız yaa...bu yazıyı okuduğum günden beri benim için huzur , tavuk çiftliğinde yürüyen o üç adamın çocukça coşkusu oldu..sizin bir nisan sabahı okul pikniğini anımsamanız gibi izah edemeyeceğim bir şekilde kazıldı zihnime..bu sahneyi canlandırdım defalarca hayalimde...belki orada size eşlik edenlere gıpta etmemden, belki de içten gülüşlerin ender yakalandığını bildiğimden..

    YanıtlaSil
  2. hani yaşamdan bunaldığımız zamanlarda ; artık geçmişte bıraktığımız bir 'an ' ı hatırlayıp , o anki huzuru tekrar duymaya çalışırız yaa...bu yazıyı okuduğum günden beri benim için huzur , tavuk çiftliğinde yürüyen o üç adamın çocukça coşkusu oldu..sizin bir nisan sabahı okul pikniğini anımsamanız gibi izah edemeyeceğim bir şekilde kazıldı zihnime..bu sahneyi canlandırdım defalarca hayalimde...belki orada size eşlik edenlere gıpta etmemden, belki de içten gülüşlerin ender yakalandığını bildiğimden../ LAL /

    YanıtlaSil

SEN YAŞTAYIM

İNSANIN MAVİSİ

  Bu sabah deniz, kendimin "Di'li geçmiş zaman"ı. Bir vakit bendeki mavinin solmamış hali. Çocukça güldüren, aşkça ürperten, b...